Küresel Bir Gündem
İklim Değişikliği
Dünyada Sanayi Devrimi sonrası fosil yakıt kökenli enerji üretiminde, endüstriyel faaliyetlerde, nüfus ve şehirleşmede yaşanan artış; emisyonların da hızla artmasına sebebiyet vermiş ve küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği sorununun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dünya bu soruna 1970’li yıllardan itibaren tanıklık etmeye başlasa da küresel bir gündem olarak odak noktası haline gelmesi 1990’lı yıllardan sonra gerçekleşmiştir. İklimde binlerce yıldır meydana gelen değişimin, içinde bulunduğumuz dönemde bu kadar dikkat çekici olmasının en önemli nedeni; etkilerinin her zamankinden daha fazla hissedilir olmasıdır. Mevsimsel yağış azlığı, şiddetli kuraklık, aşırı iklim olayları sayısındaki artış, tarımsal üretimin ve kalitenin azalması, temiz suya ve sağlıklı gıdaya erişimdeki zorluklar gibi sorunların hepsi, iklim değişikliğinin sonuçları arasında olup insanı ve tabiattaki yaşamı doğrudan etkilemektedir.
İklim değişikliği, dünyanın tamamını etkisi altına almış olsa da etkilenme her coğrafyada ve toplumda aynı düzeyde gerçekleşmediğinden sosyal eşitsizlikler de her geçen gün artarak yeni sorunlara sebebiyet vermektedir. Bu değişime karşı savunmasız, az gelişmiş toplumlarda yaşam koşulları giderek ağırlaşmakta; bu durum onları, bulundukları bölgelerden göçe zorlayarak iklim mülteciliği sorununun oluşmasına neden olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında bir güvenlik meselesine de dönüşen iklim değişikliği, küresel ortak çabaları ve iş birliğini zorunlu hale getirmektedir. İklim değişikliğinin artan etkileri ile mücadele etmek için dünya, iki önemli strateji üzerine yoğunlaşmıştır: Emisyonların azaltılması ve değişen koşullara uyum sağlanması. Bu stratejilerin, 1992 yılında müzakerelere açılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nde tüm ülkelerin sorumluluğunda olduğunun deklare edilmesiyle birlikte sistematik bir mücadele süreci başlamıştır. BMİDÇS kapsamında günümüzde geçerliliğini koruyan Paris İklim Anlaşması kapsamında ülkeler; azaltım hedeflerini bildirmiş, politikalarını ve stratejilerini dünya ile paylaşmıştır.
Bu yüzyılın sonunda küresel ısınmayı Sanayi Devrimi öncesi döneme referansla 2 oC’nin altında tutmak ve mümkünse 1,5 oC ile sınırlamak amacıyla verilen taahhütlerin; bu hedeften uzak olduğunun anlaşılması üzerine ülkeler, net sıfır emisyon hedefine yönelmeye başlamıştır. Şehirler ve hatta şirketler ölçeğinde de devam eden karbon nötr yaklaşımı, 21. yüzyılın rekabetçilik anlayışını tanımlar niteliktedir. Fosil kökenli yakıtlardan uzaklaşılması, yenilenebilir enerji kaynak kullanımının, çevre dostu üretimin ve teknolojilerin yaygınlaşması, sürdürülebilir atık yönetiminin sağlanması, karbon yutaklarının korunması ve geliştirilmesi gibi azaltım stratejilerinin yanı sıra; doğal kaynak rezervlerinin, yaşam alanlarının, biyolojik çeşitliliğinin korunması ve şehirlerin kırılganlıklarının azaltılması yönündeki çalışmalarla iklim uyum eylemini güçlendirme çabaları bu hedefe ulaşmanın araçlarıdır.
İklim değişikliği ile mücadele, sadece bu yüzyılın değil; yeterli tedbirler alınmaması halinde önümüzdeki yüzyılların meselesi olmaya devam edecektir. Gelecek nesillere daha sağlıklı ve temiz bir dünyanın miras bırakılması, şüphesiz ki bugünden alınan kararların gücüne ve atılan adımların niteliğine bağlıdır. Türkiye son 18 yılda ortaya koyduğu siyasi irade ve güçlü vizyon sayesinde iklim değişikliği ile mücadelenin önemli bir paydaşı olarak; küresel çabalara güç katmaya devam etmektedir.